Tıpkı her zaman olduğu gibi hiç değişmeyen saatinde uyandı Luna; 08.05 . Bunu seviyordu aslında, yani erken kalkmayı. Ama bazen fazlasıyla sinir bozucu da olabiliyordu bu durum. Çoğu küçük çocuğun yaptığı gibi en azından hafta sonu da olsa geç kalkmak istiyordu Luna da, ama olmuyordu. Sanki özellikle kurulmuş ve tıkır tıkır çalışan bir saat gibi her gün yelkovan akrepten yirmi beş dakika ilerdeyken uyanıyordu Luna. Yine de ne olursa olsun bu, Luna’ya göre iyi bir özellikti. Okula geç kalmıyordu, uyanmak için aptal çalar saatlerin ve ya annesinin sesine ihtiyaç duymuyordu. Anne-babası işe gitmek için uyandıklarında Luna çok giyinmiş, kendi kahvaltısını hazırlamakla meşgul oluyordu. Aslında böyle bir huyu nasıl edindiğini kimse bilmiyordu zira hiçbir zaman kendi işini yapmak zorunda kalmamıştı Luna. Evlerinde bir hizmetçi ya da kendisi için bir dadı hep vardı ve bu nedenle Luna’nın bir işini yapabilmek için ihtiyaç duyduk tek bir şey vardı, sesi. Ağzından çıkacak tek kelimeyle isteklerini yaptırma gücüne sahipti, ama yapmıyordu. İçinden geliyordu kendi işini yapma isteği. Sırf bu yüzden yedi yaşına bastığında artık dadı istemediğini söyleyerek başta anne-babası olmak üzere herkesi şaşırtmıştı. Her ne kadar dadının gerekli olduğu savunulsa da herkes tarafından, Luna artık kararını vermişti; dadı yok! Ve bu karar karşı gelmek kimsenin işine gelmezdi çünkü bu masum kızın altında yatan usta bir yaramaz vardı. O yaramazı kızdırmaktansa çocuklarını evde yalnız başlına bırakmak West çiftine daha mantıklı gelmişti.
Yüzünü güzelce yıkadı. Suyu çok seviyordu. Akan çeşmenin altında ellerini uzu süre birbirine sürttü durdu. Yaptığından sıkılınca aşağı inip kahvaltı etmeye karar verdi, annesi uyanmıştı fakat babası hala uyuyordu “Günaydın tatlım, bugün nasılsın bakalım?” dedi Bayan West en sıcak gülümsemesiyle. “İyiyim anne, teşekkürler.” dedi Luna adeta annesininkinin kopyası gülüşüyle. Mutfağa geçti ve en sevdiği mısır gevreğinden bir kaseye boşalttı. Karnını doyurduktan sonra canı dışarıya çıkmak istedi. Belki biraz oynardı? Ya da turladı bisikletiyle etrafta sakince. Belki de Maya’yı gördü. Evet, Maya. Özlemişti onunla oyun oynamayı. Biraz parka gidip eğlenebilirlerdi. Fakat gidip Maya’yı kafeden alması mümkün olmadığı için onu dışarıda görmeyi umarak izin almak için annesinin yanına gitti. “Anne, canım sıkılıyor. Bisikletimle biraz dolaşıp parka gitmek istiyorum. İzin verir misin? Hem belki Maya’yı da görürüm.” Ailesi olarak Luna’yı kısıtlamayı hiç seçmemişti Bayan West. Bu nedenle isteği izni çabucak aldı Luna.
Üstünü değiştirdi, bisikletini aldı ve sokağa çıktı. Tam üzerine binip birkaç metre gitmişken karşıdan gelen Maya’yı gördü. Çok sevindi, bir şeyler yapabilirlerdi birlikte. "Luna! Ne yapıyorsun burada, ay bisikletin çok güzel yenisini mi aldın? Annen bisikletinle yalnız gitmene izin veriyor mu?" dedi Maya heyecan, merak ve şaşkınlığın iç içe girdiği ses tonuyla. Bu anlamda Luna’ya özendiği belliydi. Bundan gurur duydu Luna. Sonuçta Maya kendisinden küçüktü, abla sayılırdı. "Evet Maya. Sen de gelsene, birlikte bineriz." Bu teklifi yaparken Maya için düşündüğü yer bisikletin ön sepetiydi. Fakat Maya teklifi yanlış anlamış, Luna’nın onunda bisikletini getirmesini istediğini anlamıştı. Fakat Luna Maya’nın buna izni olmadığını biliyordu, böyle bir şeyi teklif etmezdi. "Hadi gel, sen yanıma bin nasılsa küçüksün." Maya’nın, Luna’nın en sıcak gülümsemesiyle yapığı bu teklifi reddetme şansı yoktu. Maya şirin bir şekilde başını salladı ve Luna’nın da yardımıyla ön boşluktaki yerini aldı. İlerlemeye başladıklarında Luna parka gitmeyi önerdi Maya’ya. Maya büyük bir sevinçle kabul etti. “Çok isterim. Biraz oyun oynarız, sonra da biraz boyama yapabiliriz istersen. Çantamda bir boyama kitabı ve boya kalemlerim var.” Resim yapmak eğlenceli gözüktü Luna’ya. “Tamam o zaman, parka gidiyoruz!” diye sevinçle haykırdı Luna ve arkasından iki küçük kızın gülüşmeleri sokakta yankılandı.