Soil RPG
Would you like to react to this message? Create an account in a few clicks or log in to continue.

Soil RPG

Ölümün son iyiliği bir daha ölümün olmamasıdır.
 
AnasayfaLatest imagesAramaKayıt OlGiriş yap

 

 Unutulmuş Hisler

Aşağa gitmek 
2 posters
YazarMesaj
Lynnette Nertaux
Adli Tıp
Adli Tıp
Lynnette Nertaux


Mesaj Sayısı : 67
Kayıt tarihi : 27/08/09
Yaş : 31

Unutulmuş Hisler Empty
MesajKonu: Unutulmuş Hisler   Unutulmuş Hisler Icon_minitimeCuma Ağus. 28, 2009 8:04 pm

Pencereyi büyük bir hırsla döven yağmur tanelerinin sesine, odanın boş duvarında göze çarpan duvar saatinin 'gong' sesi karıştığında genç kadın aynanın karşısındaydı. Üzerine giydiği, dizlerine kadar ulaşan siyah elbisesinin içindeki Lynnette'i izliyordu son hazırlıklarını yaparken. Pembeleşmiş yanaklarında ve parlayan gözlerindeydi bakışları. Aynaya bakmaktan nefret ederken, kendini izlemeye doyamıyordu şimdi. Gözle görülür bir değişiklik vardı, hem fiziğinde hem de ruhunda. O, depresyona girmiş, erkeklerden nefret eden ve evden dışarıya adımını atmak istemeyen kişi yok oluyordu; bunu izlemekse kendisine büyük bir zevk veriyordu. Dışarıya gerçekten istediği için çıkıyordu artık. Dev saat, vaktin geldiğini söylerken, aynanın önünde duran siyah çantasını koluna geçirip, evinin ahşap kapısından geçirdi narin bedenini. Yağmurun etkisiyle, gökyüzünü kaplayan toprak kokusunu son nefesiymiş gibi kokladı. Yağmurun yavaşlaması, zaten yakın olan psikoloğuna yürüyerek gitme kararı almasını sağlamıştı. Yanından geçen arabaların sesini dinleyerek ilerledi kaldırımlardan. Tıklım tıklım dolu olan bu caddede yürümekten nefret ediyordu; ama biraz sonra bulunacağı yerin düşüncesiyle teselli edebiliyordu kendini. Gideceği yerin bulunduğu sokağa saptığında ise büyük bir süprizle karşılaşmıştı Lynnette. Yağmur eski hızına kavuşuyordu, kafasına sertçe vuran su damlaları bunu anlamasını kolaylaştırmıştı. Adımlarını sıklaştırıyor, acele ediyordu. Yavaştan yavaştan ıslanmaya başlayan elbisesi ve saçları, az önceki halinden eser kalmadığını hissettiriyordu ona. Tedbirli bir şekilde dışarı çıkmadığı için kendine kızıyordu koşarak binadan içeriye girerken. Ayakları kendisini bekleyen psikoloğun odasına doğru ilerliyordu. Islaklıktan dolayı doğal haline dönen dalgalı saçlarını düzeltmekle uğraşmaya çalıştı son bir kez ve içeriden klasik müzik seslerinin geldiği kapının önünde durdu.

En değer verdiği, güvendiği kişinin ihanetine uğramıştı bir buçuk ay önce. Yıllarca yürüyememiş, sakat bir insanın büyük bir umutla ayağa ilk kalktığı zaman, bacağına takılan çelmeye benziyordu bu. Tam doğru kişiyi bulduğuna yürekten inanmaya başlamışken, hayal kırıklığına uğramıştı narin kalbi. Sırtından bıçaklanmıştı, ihanete uğramıştı. Üstelik birbirlerine verdikleri o kadar sözden, yaptıkları o kadar fedakarlıktan sonra... Sebep mi? Öğrenememişti bunu Lynnette. Kayıplara karışmıştı o iki kelimeyi içtenlikle söylediği adam. Geriye ise, sadece bir not bırakmıştı. Acımasızca karalanmış birkaç kelime. *Böyle olması gerekiyordu, üzgünüm.* Arkasında bırakacağı yaralı yüreği düşünmeden gitmişti işte. Ne akacak olan inci tanelerini ne de kalbinde oluşacak nefreti umursamıştı. Notu okuduktan sonra başlamıştı her şey; evinden çıkmıyor, yemek yemiyor, kendisine bakmıyor, sadece düşünüyordu. Birçok soru ve o soruların onlarca cevabı, bitmek bilmeyen anılar ve hayaller. Tüm gününü düşünce dünyasında geçirirken, farkında olmadan da erkeklerden uzaklaşmaya, hatta onlardan nefret etmeye başlamıştı. Hangisi düzgündü ki? Hangisi sadece saf ve masum duygular içindeydi? Hangisi gerçekten karşısındakinin değerini biliyordu? Lynnette'e göre hiç biri. Hepsinin aşk ve sevgi kavramları farklılaşmış, başka şeyler arar olmuşlardı kendi gözünde. Karşı cinsten nefret etmeye başlamasını fark etmişti bir arkadaşı ve alanında ünlenmiş birini tavsiye etmişti genç kadına. Bulunduğu durumdan, hayal dünyasından ayrılmak için çalabileceği tek kapının psikolog olduğunu düşünmesi, Bay Chapell'den ilk randevusunu almasına yetmişti. Bir ay boyunca, psikoloğuyla çeşitli yolculuklara çıkmıştı hipnoz aracılığıyla. Farklı mekanlarda, farklı zamanlarda bulunuyordu bambaşka bir karakterle. Erkekti tüm o yolculuklarda, hepsinin karakteri ve yaşadıkları farklıydı. Hepsinde onları biraz daha anlıyordu, biraz daha nefret duygusu azalıyordu. Bugünse, Lucien'in sekreterinden içeriye girme iznini almayı beklerken bu nefret duygusunun yok olduğunu hissedebiliyordu. Evet, O'na hala kızgındı, ama artık ne depresyonda olan ne de erkeklerden nefret eden bir kadındı. Ve bunu klasik müzik dinleyen doktoruna borçluydu.

Kapıyı iki defa tıklattıktan sonra, adımlarını huzurun dolup taştığı odaya attı. Klasik müzik eşliğinde dışarıdaki yağmuru izleyen doktoru, yumuşak bir sesle söylediği sözlerden sonra kendisine dönmüştü her zamanki gülümsemesini yüzünde taşırken.
"Merhaba Lucien." Kendisini içeriye almasını beklerken, onun yüzünde oluşan gülümsemeye baktığında her defasında neden kendinden geçtiği sorusu kafasında canlanıyordu. Ve tabi bir de bu ıslak halinin onda bıraktığı etkinin ne kadar kötü olduğu sorusu...
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
Aleron Lucien Chapell
Katil & Psikolog
Katil & Psikolog
Aleron Lucien Chapell


Mesaj Sayısı : 18
Kayıt tarihi : 27/08/09
Yaş : 32
Nerden : Kütahya
Lakap : --

Unutulmuş Hisler Empty
MesajKonu: Geri: Unutulmuş Hisler   Unutulmuş Hisler Icon_minitimeCuma Ağus. 28, 2009 8:06 pm

“Teşekkürler Bay Chapell. Sizin sözlerinizi yerine getirmeye başladıktan sonra hayatım gerçekten düzene girdi. Bunların hepsi sizin sayenizde oldu. Diğerlerinin hiçbirine benzemiyorsunuz. Daha önce de defalarca dediğim gibi. Size de bunun için teşekkür etmek için geldim. Onunla evleniyoruz ve size bu sefer düğün davetiyemi vermek ve teşekkür etmek için geldim.” Temiz giyimli kibar bir asil olan Bayan Hawkings’in minnet dolu sözleri üzerine, Lucien sadece gülümsemekle yetindi. Zihninde sinestezisi yüzünden oluşan krom sarısı renkler hareler halinde dönerken kadının durumunu geçirdi aklından. Aslında sorunlu biri bile sayılmazdı. Sadece yaşamın her döneminde hep arada kalmıştı. Kararsızklıkları yüzünden pek çok şeyini kaybetmiş ve kaybetmek isteyeceği son şeyi de kaybetme tehlikesine girince kapısını çalmıştı. Pek çok hasta gibi son anı beklemişti yani. Lucien zorlansa da onu içinden geleni yapmaya ikna etmişti. Sonunda huzur dolu gülümsemesini de görmeyi başarabilmişti işte. Bir an içinde kendisi olmayan bir parça hareketlendi ve hemen cebine elini atsa bulabileceği bıçağını çektiğini ve bu anı sonsuza kadar ölümsüzleştirdiğini hayal etti. Hayalle birlikte ellerinin terlemeye başladığını, kalp atışlarının hızlandığını ve onları izleyen keskin bir baş ağrısını hissetti. Bir an kontrolsüzce eli cebindeki bıçağa uzandı. Soğuk çeliği hissetti ama krom sarısı rengin zihninde dönmeye başlaması ile elini çekti. “Size sadece bunun için gelmiştim. Şimdi izninizle gitmeliyim. Düğün için hazırlıklara başlamamız gerek.” Yüzündeki çocuksu sevinç tablosundaki masumluğu bir kez daha izlerken kararından vazgeçti. Son bir ay içinde ikinci kez yapıyordu bunu ve gerçekten başarıydı. Kendini tedavi etmede ilerleme kat ettiğinin göstergesiydi. İçinden bir ses daha uzunca bir süre bu gülümsenin yüzünde olacağını söylüyordu. O zaten kurtulmuştu. Fazlasını yapmaya, en azından şimdilik, gerek yoktu. Hem son günlerde sadece dünya için zararlı kişilerin ruhlarını almaya karar vermişti ve kadının bunlarla uzaktan yakından ilgisi yoktu. Sonunda savaşı iyi yanı kazandı ve doğrularak kadını uğurlamak için kapıya yöneldi. Kadın son anda geriye dönerek bir soru sordu. “Bu arada size yeni bir hastanızla tanıştırmak istiyorum. Benim gibi aşk acısı çekmişti zamanında ve hala toparlanamadı. Onun için endişeleniyorum ve yalnızca siz yardımcı olabilirsiniz.. Arkadaşımın adı Lynnette Nertaux…” Lucien bir an gözlerini kıstı. Yine aynı vakaymış gibi dursa da bu bir işaret olmalıydı. Tanrının bir masumu öldürmediği için bir ödülü ya da ölmesi gerekeni öldürmediği için cezası mıydı? Belki… O gelmeden bilemezdi…

İşte bu düşüncelerle onunla ilk seansını yapmayı kabul etmişti. İlk başlarda ilgisini hiç çekmese de kısa sürede gözdelerine girmeyi başarmıştı. Esmer olması sayılmazsa kendi elleriyle öldürdüğü karısına benzer bir yüzü vardı. Belki de bütün kadınlarda karısını aradığı için öyle düşünüyordu ama yine de kendini ona yakın hissetmişti. Onun da kendisine yakın hissetmesi için beraber yolculuklara çıkmıştı. O seanslar sırasında fark ettirmeden kendini de tanıtmıştı ona. Hatta erkek bedeninde bir yaşamında tümüyle kendisini tarif etmişti ona. Zamanla kendisinde olan şey onda da oluşmaya başlamıştı. Bilinçaltına yerleşen bu anılardan benzerlik kurarak empati kurabilir hale gelmişti. O andan sonra bütün ilişkileri düzene girmeye başlamış ve erkeklere karşı öfkesi azalmaya başlamıştı. Bu andan sonra bilinçaltındaki kendi ile ilgili bilgileri uyarmaya başlamıştı. İşe de yarıyordu ki kadının apaçık ilgisini üzerinde hissedebiliyordu. Bu tam da “O”nun istediği şeydi. Yalnız aynı zaman da bundan korkuyordu da çünkü derinlerde bir yerde uzun zamandır unuttuğu hislerin yeniden kıpraştığını hisseder olmuştu. Tüm bunların yanında tamamen insancıl yanı ise bunu hiç de insancıl bulmuyordu. Şimdi kulağına dolan pembe-mor tonlarındaki klasik müziği dinlerken de tam da bu çatışmayı yaşıyordu. Ta ki arkasından menekşe tonundaki bir ses tüm sesleri delerek ayrıldı ve Lucien’in düşüncelerinden ayrılmasına sebep oldu. Yüzüne istemsiz bir gülümseme yayılarak arkasını döndü ve kapıya doğru ilerledi. Dost canlısı sıcak bir sesle konuştu. “Merhaba Lynn. Hoş geldin.” Gözleri kadının gözlerine dikiliyken eli de yağmurdan olsa gerek ıslanmış saçlarına kaydı. Hiç çekinmeden olardan bir tutama dokundu ve baş parmağı ile hafifçe okşadı. Sadece birkaç saniyelik bu hareketten sonra ani bir tavırla elini çekti ve mahçupça gülümsedi. Sanki hayranlığından istemsiz yapmış gibi bir hava vermek istiyordu. “Islak saç sana yakışmış. Geçsene…” Çoğu kadın gibi bu tip laflardan hoşlanacağını biliyordu. Ama asıl önemlisi ona temas etmek Lynnette’nin içindeki hislerini uyandıracaktı. Bu yine “O”nun planlarından biriydi. Kadını hastalarını oturttuğu koltuklardan birine oturttu. Sonra da kapıyı açıp kafasını dışarı uzattı “Sophie… Bize birer kahve hazırlar mısın?” Kadın sözleri üzerine hafifçe toparlandı ve başını itaatkar bir tavırla salladı. Lucien daha sonra yerine döndü. Gülümseyerek konuştu.

“Eee… Hayatında her şey yolundadır umarım.” Sonra seanslardan önceki halini düşününce gülerek ekledi. “En azından sadece bir erkek olduğu için otopsi yapmayı bile reddeder hale gelmeyi bırakmışsındır. Aslında fikirlerinden en saçması buydu. Bir ölünün bedeni her durumda masumdur artık. İster psikopat bir katil tarafından işkence ile öldürülmüş ister eceliyle, artık sana bir kötülüğü dokunamazdı değil mi? Yoksa hayalet masallarına mı inanıyordun?” Kadın sadece omuzlarını silkerek konuşurken tavırlarında bir sakinlik vardı. Zihninde menekşe tonundaki renk yeniden uyanırken yüzüne gülümseme yayıldı. Konuşurken neredeyse menekşelerin kokusunu alacak gibi oluyordu. Etkileyici bir sesi vardı, en azından Lucien için. “O gün de söylemiştim. İnan bana öyle bir yerde çalışırken hayalet hikayelerine inanmak için fazladan bir sürü sebebin oluyor.” Bir an için Lucien’in gözleri buğulandı. Hayaletler… Çok küçükken babası ona bu tip hikayeler anlatırdı. Çoğu zaman alacağı bir intikamı olan, ya da yarım kalmış büyük bir işi olan kişilerin öyle olduğunu söylemişti. Sırf bu yüzden o göçüp gittiğinde hep bir gün onun hayaletiyle karşılaşmayı ummuştu. Ancak zaman geçtikçe masalların gerçek olmadığını acı bir şekilde kavramıştı. Sevdiği değer verdiği herkes bir bir ölüyordu ama hiçbiri geri gelmiyordu. Artık ne babasına ne de onun dinine saygısı kalmamıştı neredeyse. Sonra bir gün kiliseye gittiğinde ve günah çıkarırken bunları rahibe anlattığında, sıcakkanlı adamın sözleri etkilemişti onu. ‘Doğada her şey birbirinin parçasıdır sevgili oğlum. İnsan ölür, bedeni çürür, toprağın bir parçası olur. Aynı toprakta otlar, ağaçlar, türlü çiçekler çıkar ve onların bir parçasıdır artık bedeni. Onları bir hayvan yediğinde artık o otçul hayvanın parçasıdır. Kim bilir sonunda bir etçil hayvanın yada başka bir insanın bile parçası olabilir bedenin.’ Lucien asla bedeni insanın kendisi olarak görmediğini dile getirerek onu reddetmişti. Zaten hiçbir zaman kendisine söyleneni doğrudan kabullenmezdi. Pederin yüzünde cahilliğine acıyan bir tavır belirmişti. Anlayışlı bir öğretmenin sıcaklığı ile sürdürmüştü sözlerini. ‘İnsanı insan yapan elbette ruhtur. İsa Mesih’in de bedeni acılarla boğuşurken ruhu hep en büyük olan Tanrı ile beraberdi. Baba ve oğul birbirlerine en yüce bağla bağlıydılar. Bu bağ biz insanlar arasında da vardır. Onlarınkine eş değer olmasa da. Ruhları birleştiren ve ölümsüzleştiren bu şey sevgidir oğlum. Eğer birini gerçekten sever ve onu tümüyle anlarsan onun ruhundan bir parça senin olur.’ Lucien o günün sonunda etkilenmiş bir halde çıkmıştı dışarıya. Ancak peder o gün bir katilin doğmasının ilk adımlarını attığından habersizdi. İnsanların sevgilerini çalan ve onların ruhlarını sonsuza dek kendisininkine bağlayan bir katil. Ruh ile arasında mutlak bağ kurulduğunda bedeni ortadan kaldırıyordu. Kurbanların ruhlarını kendisininkine bağladıktan sonra öldürürken de o insanları hatırlamak istediği gibi, yüzünde huzurlu bir gülümseme olmasına dikkat ediyordu. Böylece o bağ sonsuza kadar sadece kendisine ait olduğu gibi öldürdüğü kişinin de bundan memnun olduğunu biliyordu. İşte içindeki karanlık tarafın tek arzusu, açlığının tek sebebi buydu. Şimdilerde kendini karanlığa boğma pahasına kurbanlarını suçlulardan seçiyor olsa da arada işte böyle hastalarından da ilgisini çeken oluyordu.

Anılarından döndüğünde kadının gözlerini dikmiş kendisine baktığını fark etti. Kendisi de düşünürken nedense bakışları ona dönük halde kalmıştı. Bir süre daha yağmur sesiyle perçinleşen sessizliği dinlerken düşündü ve bir karara vardı. Bunu uygulamak için harekete geçerek sessizliği bozdu. “Geçenlerde gizemli biri olduğumu ve geçmişimi merak ettiğini söylemiştin. Bunu hala istiyor musun?” Lynnette bir an duraksadıktan sonra kafasını salladı. Yüzünde mahçup bir gülümseme vardı. Sanki bir şeyden utanmış gibiydi. “Peki o zaman. Ancak anlatarak yapmayacağım bunu.” Kadının şaşkın anlamayan bakışları üzerine gülümsedi. Kilisede kendisine gülümseyen rahibin yüzündeki ile aynı gülümsemeydi bu. Oturduğu koltuktan kalktı ve onun tam karşısına oturdu. Aralarında sadece ufak sehpa vardı. Ellerini uzattı ve onunkileri tuttu. Bir süre avuçlarında ipeksi tenini ve sıcaklığını hissederek bekledi. Gözlerini bir an kapattı ve ne yapacağını bekledi. Kadının bedeninde önce bir ürperti sonra ise bir rahatlama oluşmuştu. Bu da her şeye rağmen ona güven verdiğini gösteriyordu. Cinayetten ve adam öldürmekten bahsederken bile o bunları sadece iyi birer şaka olarak algılıyordu zaten. “Onları izleyeceksin. Yalnızca görerek anlayabilirsin bunları. Bir yolculuğa daha hazır mısın?” Tam bu sırada kapı tıklatıldı ve içeriye elinde bir tepsi ile Sophie geldi. Hiç ses çıkarmadan tepsideki kahveleri bırakıp ortadan kayboldu. Lucien'in gözleri bir an kahvelere kaydı ve ellerini çekip bacak bacak üstüne atarak konuştu. Bir taraftan da kahvesini yudumluyordu. "Ama tabi önce kahvelerimizi içelim. Bu sırada da görüşmeyeli neler yaptığını anlatırsın."
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
Lynnette Nertaux
Adli Tıp
Adli Tıp
Lynnette Nertaux


Mesaj Sayısı : 67
Kayıt tarihi : 27/08/09
Yaş : 31

Unutulmuş Hisler Empty
MesajKonu: Geri: Unutulmuş Hisler   Unutulmuş Hisler Icon_minitimeCuma Ağus. 28, 2009 9:29 pm

Lucien'in, kulağını okşayacak yumuşaklıktaki sesiyle 'hoş geldin' demesini izledi gözlerinin içine bakarak ve ardından içtenlikle cevabını verdi genç kadın. "Hoş buldum." İkisinin de gözleri geçen bir haftanın özlemini gideriyor gibiydi, birbirlerinin üzerindeydi. Kalp atışlarını hızlandırıp, vücudunun ıslaklığına inat bir şekilde ısındırmayı rahatlıkla yapabilen biriydi psikoloğu. Gözlerinin birbiriyle buluşmasının üzerine, kısa da olsa süren doğal bir temas bunu tekrarlamıştı. Bilerek mi yapıyorsun bunu? Onun bu hareketi bir refleks gibi yapması ise daha çok hoşuna gitmesine sebep olmuştu. Gözüne her zamankinden çekici gözüken adamın yüzüne bakmak yerine küçük bir kız çocuğu gibi kafasını öne eğmeyi tercih etmişti. Sözleri üzerine sessiz bir şekilde teşekkür edip, her zaman oturdukları koltuğa bıraktı kendini. O sekreterine duymakta zorlandığı bir şeyler söylerken, Lynnette çoktan pencereye vuran yağmur damlalarının sesine kulak vermişti. Çocukluğundan beri ne zaman yağmur yağsa soluğu pencere kenarında alır, dışarıda ıslanan ve oraya buraya koşuşturan insanları izlerdi büyük bir zevkle. Elinde kahvesiyle türlü hayallere dalardı. Belki elde edeceği büyük bir başarıyı, belki de kalbinde bas bas bağıran kişiyi düşünürdü. Hiç kusur olmazdı onlarda, her şey kendi istediği gibi devam eder, hep kendisi mutlu olurdu. Gururunu okşar, hayatında elde edemediği başarıları tadardı. İşte bu yüzden, sadece bu mutlu olduğu hayatı yaşadığı yağmur damlalarını, pencereden süzülen suları çok severdi. Şimdiyse kulaklarına dolduran bu ses ile Lucien'in sesinin karışması, mutlu olması için yeterli bir sebepti. Eğlenceli bir şekilde başlayan sohbetleri, otopsi yapması gereken erkeklere geldiğinde istemsizce gülümsedi. Gerçekten büyük başarı kaydetmişlerdi, yoksa işini bırakacak seviyeye gelecekti. Ölülerle arasında olan ilişki bile bozulmuştu. Önündeki ameliyat masasında yatan cesetler aklından geçerken, bir anlığına yüzünü buruşturmuştu; ama ardından gelen soru üzerine gülümsemesini eski yerine yerleştirmişti. "O gün de söylemiştim. İnan bana öyle bir yerde çalışırken hayalet hikayelerine inanmak için fazladan bir sürü sebebin oluyor." Masada yatan cesede neşterle yaklaşırken, onun ruhunun bu otopsiyi izlediğini düşünürdü her zaman. Ruhun kendi vücudunun yavaş yavaş parçalanmaya başladığını, üzerinde bir takım testler yapıldığını ve akan kanları gördüğünde çıldırıp üzerine saldırabileceğini bile hayal etmişti genç kadın. Kabuslarında hep o ruhları görürdü; ama zamanla kan ter içinde uyandığı, sonra da derinden bir nefes aldığı rüyalarından kurtulması gerçeği onu mutlu ediyordu. Tek başına yaşadığı evinin her yerinden ses geldiğini, her an mutfaktan birinin yatak odasına fırlayacağını düşünmek bir insanın aklî dengesinin yerinde kalmasını zorlaştırırdı. Lynnette bütün karanlık düşüncelerinden, korkularıyla yüzleşerek arınmıştı. Gecenin bir vakti, ayağa kalkıp evi kontrol etmesi ve karşısına herhangi bir ölünün ruhunun çıkmaması üzerine rahatlayıp yatağına geri dönüyor, uykusuna deliksiz bir şekilde devam ediyordu. Zamanla kendini şartlamıştı evin içinde kendinden başkasının olmadığına ve uykuları ise bir düzene girmişti. Yıllar geçtikçe ruhun kendine zarar vermeyeceğini anlamıştı; ama hala içinde o ürperti oluyordu operasyonun yapılacağı yere girdiğinde.

İşine alışmakta zorlandığı zor günlerinden sıyrılıp, O'nun bakışlarının etkisi altına girdi. Gözleri üzerindeydi; ama aslında kendisini delip geçiyor gibiydi. Çok daha uzaklara bakıyordu. Lynn'in anlamak istediği şey adamın gözlerinin derinliklerinde kaybolmasıydı; ama onun başka şeylere dalmış gibi bir hali vardı. İçinde oluşan bu anlamsız hayal kırıklığını yüz ifadesine yansıtmamaya çalışarak, onun yüzünü seyre daldı. Gözleri Lucien'i ilk gördüğünden beri kendisini etkiliyordu, bakışlarının altında yatan şey ona gizemli geliyordu her zaman. Bazen küçük çocuklar gibi sevindiğini görüyor, bazen de hüzünlendiğini. Bu bakışların sebebinin onun geçmişi olduğunu düşünüyordu. Hiç anlatmadığı, sır gibi sakladığı geçmişi. İnsanların gizemli yönleri Lynnette'e her zaman çekici gelirdi; ama Lucien'deki bu gizem onu daha farklı etkiliyordu. Yaptığı her hareketiyle kalbinde bir şeyleri tekrar canlandıran kişiyi çözmekti asıl istediği. Çünkü her insanın karakterini geçmişinin şekillendirdiğine inanırdı. Acı veya tatlı olaylar, atılan kazıklar, yaşanılan her şey hayatta tecrübe kazandırırken, kişiliğini de etkiliyordu. Lucien'in geçmişini öğrenme isteği tekrar içinde alevlenirken, adamdan gelen teklif onu hem şaşırtmış, hem de sevindirmişti. Yüreği hala temiz olmalıydı. Kafasını hafifçe sallarken, yüzüne utangaç bir gülümseme yerleşti. Sanki içini okuyordu, bir şeyleri hissediyordu. Ne de olsa o bir psikolog Lynn, içinden geçenleri harfi harfine bilmediği ne malum? Saçma düşüncelerine, kendisini şaşırtan açıklamayla ara vermek zorunda kalmıştı. Anlatmadan nasıl yapabileceği düşüncesi kafasından geçerken, aklına tek bir yanıt geliyordu. Ama yaşadıklarını kameraya çekme ihtimali çok zayıftı, değil mi? Yüzünde oluşan saf ifadesiyle adamın karşısına geçmesini izledi. Ellerini kendi avuçlarının içine almıştı. Bir anlığına elektrik çarpmış gibi olmuştu Lynn. Vücudu adamın gözlerini kapatmasıyla ürpermişti. Ne yapıyordu? Elleriyle bir köprü mü oluşturmuştu? Bir anlığına içine korku tohumları serpilmişti. Daha bir aydır tanıdığı bir insanla, hiç denemediği bir yöntemle geçmişe gidecekti. Ne kadar güvenebilir, nasıl teslim edebilirdi kendini? Ama bir aydır yaptığı yolculukları ve olumlu sonuçları getirince aklına rahatladı. Kendini sakinleştirmeye çalışıyor ve başarıyordu da. Kalbinin ritmi yavaşlarken, içeriye az önce konuştuğu sekreter kız girmiş ve iki tane, dumanı üstünde kahve bırakmıştı önlerindeki sehpaya. İstemeyerek de olsa ellerinin boşta kaldığını gördü. Surat ifadesindeki masum gülümsemeyi korumaya çalışarak, kahvelerden birini eline aldı. Az sonra çıkacakları yolculukta, O'nun ellerini istediği kadar tutabilecekti ve o merak ettiği geçmişe uzanabilecekti. Beklemeliydi.


"Şu son bir haftayı ölülerin arasında geçirdim. Ah, bu hafta o kadar çok kişi cinayete ve tecavüze kurban gitmiş ki, bir an dünyanın sonunun geldiğini düşünmeye başladım. İnsanlara neler oluyor böyle, hepsi çıldırmış gibi." İnanamadığını belirten bir ses tonuyla söylemişti bunları. Sırf zevk uğruna adam öldürenlerden, cinnet geçip ne yaptığının farkında olmayan insanlara kadar bin türlü kişinin kurbanı olanların bedenini inceliyordu. Hepsinin hayat hikayesini duyduğunda, dünyanın çivisi çıktı lafına daha çok inanmaya başlıyordu. O kadar saçma nedenler. trajıkomik cinayetler vardı ki, hayretler içinde kalıyordu insan. Bunu yapanlara acıdığını belirten yüz ifadesi, eline sıcak kahveyi aldığında yerini yumuşak bir ifadeye bırakmıştı. Dışarıdaki yağmurdan dolayı ıslanan vücudunun üşümesini engellemişti. Kan dolaşımının hızlandığını hissediyordu. Kahve için teşekkür etmek amacıyla dolgun dudaklarını aralarken, adamın söze başlamasıyla durdu."İnsan ırkının gittiyi yol bu işte. Her geçen gün bataklığa gömülüyor ve gömüldükçe çamura bulanıp bataklığa dönüşüyoruz." Sakin bir ses tonuyla söylemişti bunu. Sanki çok normal bir şeydi onun için bataklığa gömülmek. Ama Lynn insanların dünyayla beraber bataklığa gömülmesine karşı olanlar arasındaydı ve bunu normal göremiyordu. Kabullenemiyordu. Her gün bir masumun hayatı sonlanırken, katilin ve diğerlerinin bunu normal görmesi ne kadar hoştu? Yaptığı otopsilerde, cesedin ölüm hikayesini duyduğunda tüylerinin diken diken olmasının sebebi de buydu. Çok ilginç şeyler yüzünden, bir insanın canına kıyanlar ve bir de bunun olmasının gerektiğine inanmaları. Acıyordu onlara sadece. "Bataklığa gömülmemek ne kadar zor, değil mi? O kadar olumsuz şartların arasında tertemiz kalabilmek. Her gün gördüğüm ölüler ve katillerinin akıl almaz sebepleri. Toplar damarları kesilmiş bedenler, yanakları parçalanarak dişleri öne çıkarılmış tunus gülümsemesi... Hatta bazen dini bile alet ediyorlar. Gerçekten acı." Onlara acıdığını belirten bir ses tonuyla söylemişti son kelimesini. Lucien'in konuşmasına başlamadan, genç kadın dudaklarını tekrar araladı. Aklına ilk tecrübesi gelmişti. "Yıllar öncesinde, işime tam anlamıyla ilk kez başladığım bir zamanda böyle bir olayla denk gelmiştim. Otopsi yapmak için içeri girdiğimde, karşılaştığım manzara insanın dizlerinin bağını çözecek cinstendi. Ölünün yüzüne bakmak tam anlamıyla bir cesaret işiydi, mide bulandırıcıydı. Adamın yanakları yoktu, kesilmişti. Dişleri, diş etleriyle birlikte ortadaydı. Kafası hariç, vücuduna deri geçirilmiş iskelet gibiydi. Yüzünde sadece ilginç bir gülümseme vardı, et yoktu. Haftalarca rüyalarımda onunla uğraştım. Bir hafta boyunca, peşinden koşan bir iskelet. Uyumak bile istemiyordum." Durakladı birden. Dehşete bürünmüş göz bebekleri, parlamaya başlamıştı. "O otopsiyi tamamlamak benim için çok zordu. Cesedin yüzüne bir örtü örtmek zorunda kalmıştım, oraya gözüm kaydıkça gözlerim kararıyordu." Sözlerini gülerek tamamladıktan sonra, bardağının dibinde kalan son kahve yudumunu da yemek borusundan yolladı. Görünüşe göre onun da kahvesi bitmişti. Yüzünde oluşan meraklı ifadeyle, bir kez daha araladı dudaklarını. "Kahve için sağ ol. İçim ısındı. Fincanlar da boşaldığına göre, sanırım başlamadan yarım kalan geçmiş hikayesine devam edebiliriz."
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
Aleron Lucien Chapell
Katil & Psikolog
Katil & Psikolog
Aleron Lucien Chapell


Mesaj Sayısı : 18
Kayıt tarihi : 27/08/09
Yaş : 32
Nerden : Kütahya
Lakap : --

Unutulmuş Hisler Empty
MesajKonu: Geri: Unutulmuş Hisler   Unutulmuş Hisler Icon_minitimeSalı Eyl. 01, 2009 6:10 pm

Lynn’ın anlattıklarına bakılırsa soğukkanlı görünse de her gün gördüğü bu vahşete kayıtsız kalamıyordu. Zaten özünde öylesine saftı ki bu tip günahları görmek bile ona acı veriyordu. Yaşadığı onca şey, çektiği onca bunalıma rağmen hala o günahsız halini korumaya devam ediyordu. Lucien’in hayran olduğu da buydu işte. Kendisi insanları onun gibi günahlarından arınmış hale getirebilmek için nice uğraşlar vermiş ve sonunda bedel olarak kendi saflığını ödemişti. Dünyayı aydınlatmak için onun karanlığını yutmuş ve içindeki karanlık da sonunda birleşip bir iblis haline gelmişti. Kulağına hep öldürmesini fısıldayan bir iblis haline. ”O”nun fısıldadıkları sayesinde şimdi faili meçhul pek çok cinayetin zanlısı bir katildi. İğrenç planlar kurarak FBI’ın içine sızmasını sağlayan da ”O”ndan başkası değildi. Hiç susmuyordu ve Lucien’i sık sık kontrolü altına almaya çalışıyordu. Korku hikayelerindeki vampirlerinin duyduğu açlık gibi bir öldürme hissi ile hareket ediyordu.. Günahkarları masumlaştırma ve masumları ait olduğu cennete gönderme isteği… Şimdi bile ondan onun bu saflığını ölümsüzleştirmesini istiyordu ama hayır, Lucien’in bile o saflığa dokunmaya gücü yetmezdi. Bir süre bu düşüncelerde dolandıktan sonra verdiği cevap dünya hakkındaki görüşlerini de yansıtıyordu. “İnsan ırkının gittiyi yol bu işte. Her geçen gün bataklığa gömülüyor ve gömüldükçe çamura bulanıp bataklığa dönüşüyoruz” Küçüklüğünde buna karşı bir şeyler yapmayı o kadar dilemişti ki o iblis belki de yukarıdan kendisini izleyip acıyan tanrının bir lütfuydu. Ona kendini karanlığa bulaması şartıyla dileğini yerine getirme şansı vermişti. Babasının ölümü sonrasında hissettiği boşluk, kilisede karşılaştığı rahip ve diğer her şey bu gerçeğin işaretleriydi. Böyle düşününce kendini Azrael (Azrail) gibi görüyordu. Tanrı’nın verdiği görevi yerine getirmek için insanların gözünde karanlık bir şekle bürünmüş ve bir katil olmuştu. Lucien de belki o meleğin dünyadaki küçük bir suretiydi. Karşısındaki Lynn ise olsa olsa ancak merhametin timsali Gabriel (Cebrail) olabilirdi. Belki yine tanrının bahşettiği bir başka hediyeydi. Tam düşüncelerinde onu anmasının ardından meleksi sesi ile konuşurken zihninde menekşe tonunda hareler uçuştu. Gözlerini kadına çevirdi ve onu dinlemeye koyuldu. Bir taraftan da artık kıvama gelen kahvesini ağır ağır yudumluyordu.

İlk anlattıkları sanki düşündüklerini okumuşçasına az önce aklından geçenleri anımsatıyordu. Bataklığa gömülmemenin zor olduğunu söylemişti. Tam ağzını açıp ona kendisinin bunu başaranlardan olduğunu ve bu yönüyle ona hayran olduğunu dile getirecekti ki duraksamadan konuşmaya devam etmesiyle uslu bir çocuk gibi sözünü kesmeden bekledi. İlk işini anlatırken ses tonu sanki o anı tekrar yaşar gibiydi. Gözlerine bakarken yaşadığı korkuyu ve acıma hissini Lucien de hissetti. Bedenine bir ürperti yayıldı. Az daha gözleri dolacaktı. Bu kadar duygusal görünmeyi sevmediğinden kendisini tuttu. Sonra bu konuya bulduğu zekice çözümü anlatınca gülümsedi. Lucien insanların mimiklerini çözmeyi o kadar ilerletmişti ki empati kurup karşılaştığı her yüzün içini görebiliyordu. Dışından erkekleri cezbeden kadınların içlerindeki pis yüzlü iblislerin üzerini de böyle bir örtüyle örtmenin de mümkün olmasını dilerdi. “Kahve için sağ ol. İçim ısındı. Fincanlar da boşaldığına göre, sanırım başlamadan yarım kalan geçmiş hikayesine devam edebiliriz.” Lucien bunun üzerine gülümseyerek “Nasıl istersen” dedi. Ellerini tam karşıya uzattı ve onun masanın üzerindeki ellerini tuttu. Bu saflığa dokunmak onun bedeninde garip hislerin dolaşmasını sağlamıştı. Hisler yüzünden yaşadığı bocalamayla bir an ürperdi ama sonra kendine geldi. Elleri dudaklarına götürüp ufak bir öpücük kondurdu. “Pekala güzel leydim” Bilerek bir Fransız aksanı kullanmıştı bu sefer. Onların nazik dilleri ancak hislerini açıklayabilirdi. “ Her zamanki şeylerle başlayacağız. Gözlerini kapat ve zihninin içinde bir okyanus hayal et…” Sözünün burasında elini masasına doğru uzattı ve müzik çaların kumandasını alıp bir okyanus sesi çaldırmaya başladı. “Okyanusun içinde bir kayıktasın ve yolculuğa çıkabilmek için fazlalıkları suya atmalısın. Gördüğün tüm iğrenç cesetleri, hayatının bütün mutsuzluklarını oraya at ve tıpkı dalgalarla uzaklaşmaları gibi zihninden uzaklaştır. Bunu yaptığında ‘Tamam’ de…” Aslında bu başlangıç kısmını her hastasında farklı yapıyordu. Kimisinin içinde derinliklerde bir yerde bir hırçınlık görüyordu. Hayatın kendisine yaptığı haksızlıklara karşı hırçınlaşan bu hastaları için ateşi kullanıyordu. Kendisi yoga yaparken de ateşi düşünüyordu. Ancak Lynn’ın o saflığı ile özdeş olabilecek tek şey suydu. O kendisine acı veren şeylere karşı bile o kadar merhametliydi ki hiçbir şeyi yok etmeye kıyamazdı. İçinde bir yerlerde saklamaya devam ederdi. Hayatın onu kolay yıpratıyor olmasının sebebi de buydu.

Düşüncelerinden Lynn’ın hazır olduğunu söylemesiyle ayrıldı ve yeniden konuşmaya başladı. Bu sefer kendisi de gözlerini kapatmıştı. “Güzel artık yolculuk için hazırsın. Kayık suların içinde dalgalar eşliğinde ilerlemeye başlıyor. Kayığı tümüyle suyun hakimiyetine bırakmış ilerliyorsun.” Tam bu sırada suyu yararak geçen bir kayığın sesini çalmaya başladı. Bir süre sessizce bekledikten sonra dudaklarını yeniden araladı ve hikayesine başladı. “Evet kayık ilerlerken sonunda bembeyaz bir ışıktan kapı görüyorsun okyanusta ve içinden geçiyorsun. Işıltının içinden geçince aniden kayık kayboluyor ve kilisede buluyorsun kendini. Beyaz renkli bir elbisenin içinde oturuyorsun. Kilise korosunun yöneticisi olduğu anlaşılan kabarık kurşuni saçlı yüzü buruşmuş bir adam orgun başına geçiyor ve bir parçayı çalmaya başlıyor. Ardından da saf sese sahip çocuklar ilahiyi söylemeye başlıyor.” Lucien Kumandayı yine eline aldı ve bu sefer ‘Mezmurlar’ parçasını açtı. Parça çalmaya başlarken bir an sessizleşti. Sadece baş parmakları ile avuçlarındaki ipeksi teni okşadı. İlahideki çocukların sesi o kadar etkileyiciydi ki insanın içindeki dini duyguları uyandırıyor ve Tanrı’ya olan inancını kuvvetlendiriyordu. Onun da bunları hissetmesi için bir süre bekledi. Sonrasında müziği susturdu ve vaftiz törenlerinde çalınan ilahilerden birini açtı. “Şimdi yüzü beyaz bir tülle örtülmüş tıpkı sen gibi beyazlar içinde olan bir kadın beliriyor. İlerledikçe kumral saçlarını fark ediyorsun ve yakınına geldiğinde eldivenli zarif ellerinin arasında bir çocuk tuttuğunu görüyorsun. Çocuk bir an kafasını hafifçe yana çevirip sana bakıyor.Çocuğun gözleri seninkilerle buluşurken anlıyorsun onun kim olduğunu. O bebek şu an karşında oturan psikoloğundan başkası değil.” Sustu bir an duraksadı ve yutkundu. Babasının o gün hakkında anlattıklarını hatırladı. Unutamadığı bir gün olduğunu söylemişti. O günden sonra Lucien de unutamamıştı.

“Bebek çocuğun kucağından papaza veriliyor ve tören başlıyor. Sessizlik içindeki kalabalıkla birlikte töreni izlemeye devam ediyorsun. Bebeği kucağına alan papaz onu boş bir havuza koyuyor ve eline kutsal su dolu kadehi eline alarak konuşmaya başlıyor. Bir taraftan bebeğin üzerinde istavroz çakarken diğer yandan konuşmaya başlıyor. ‘Chapell ailesinin tek çocuğu olan Lucien… Baba oğul ve kutsal ruh adına seni vaftiz ediyorum. Tanrı seni korusun.’ Sözleri bütün kilisede yankılanırken bebeğin başı yine sana dönüyor gözleriniz birleşiyor ve bir ışık çakıyor. Ruhunun bedeninden taşındığını hissediyorsun. Sonra ise bir suyun üzerine döküldüğünü görüyorsun. Ürpertiyle titreyen bedeninin pirinç kupadaki görüntüsüne baktığında havuzun içindeki bebeğin içine geçmiş olduğunu görüyorsun. Artık papazın kalabalığa dönerek söylediği sözler sana anlamsız ses toplulukları gibi geliyor. Konuşuyor ve bedenine su döküyor. Ardından ara sıra kırmızı şarap dökülüyor bedenine. Annen, baban, vaftiz baban olduğunu hatırladığın insanların sana gülümseyen yüzlerini görüyorsun. Sonunda papaz seni havuzdan çıkarıyor ve yeniden örtülere bürünüyorsun."Lucien derin bir nefes aldı. Buraya kadar her şey normaldi. Fırtına öncesi sessizlik gibiydi ama bu babasının deyimiyle. Yeniden konuşmaya başladığında bahsedecekleri şeyler pek hoş şeyler değildi. "Annen olduğunu bildiğin güzel kadın sana bir öpücük konduruyor. Tam bu sırada yer sarsılmaya başlıyor. Sanki olacakları biliyor gibi korkuyor ve ağlamaya başlıyorsun. Gözlerin ilerdeki patlamış dinamitlere takılıyor. Kilisenin kapısı dinamit ile patlatılarak açılmış ve içeriye silahlı adamlar doluşmuş. Kapkara maskeleri var. Aralarından biri öne çıkıyor ve babana bakarak konuşuyor. Nedense bu sefer dediğini çok iyi anlıyorsun. ‘Rockefeller ailesinin şanı için bize ihanet eden bu soyu lanetlemeye geldik. Hepsini öldürün!’ Silah sesleri patlarken ağlamaya devam ediyorsun. Bu sırada papazlardan biri annenin ve babanın kollarını çekiştiriyor. Koşmaya başlıyorsunuz. En son olarak şapel gibi bir yere giriyorsunuz ve küçük bir kapıdan dışarı çıkıyorsunuz. Dışarı çıktığında yine aniden ışık bedenini kaplıyor ve uyanıyorsun.” Derin bir nefes verdi sonra gözlerini açtı. Sonra konuşmaya başladı yeniden. “Şimdi yavaş yavaş gözlerini aç…” Lynn Gözlerini açınca ellerine son bir öpücük kondurdu ve tutmayı bıraktı. Sonra soğukkanlı olmaya çalışan ama ne de olsa üzgün çıkan bir sesle konuşmaya başladı. “Vaftiz törenimi gördün. Hayatımın pek normal sürmeyeceğinin göstergesiydi bu. Fikirlerini duymak isterim.” Yine bacak bacak üstüne attı ve konuşmasını bekledi sakince.
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
Lynnette Nertaux
Adli Tıp
Adli Tıp
Lynnette Nertaux


Mesaj Sayısı : 67
Kayıt tarihi : 27/08/09
Yaş : 31

Unutulmuş Hisler Empty
MesajKonu: Geri: Unutulmuş Hisler   Unutulmuş Hisler Icon_minitimeCuma Eyl. 04, 2009 5:13 pm

"Pekala güzel leydim" Ellerinin adamın sıcacık avucunda kaybolmasını izlerken nazikçe gülümsedi. Az sonra yaşayacağı ciddi yolculuktan önce, içini ısındıran bir hareketle rahatlamasını sağlamıştı. O'nun isteğiyle yavaşça gözlerini kapadı. Uçsuz bucaksız okyanusta, bilindik kayığının içinde oturduğunu gördüğünde, artık karşısındaki adamın dokunuşlarını duymuyordu. Ama her yolculuklarının başında olduğu gibi genç kadın o kayığa ağır geliyordu. Kayığın altından akan su ise o ağırlıkları atması için güzel sesler çıkarıyordu. Derin bir nefes aldı ve ruhunun derinliklerine sıkışan tüm acılarını birer birer maviliğe boşalttı. Ta küçüklüğünden beri kendisine acı veren olaylardan başlıyordu bu. Hayatında gördüğü ilk ceset olan annesini, ardından babasının soğuk bakışlarını ve teyzesinin karşısında ölmesi. Şimdiye kadar karşılaştığı tüm cesetleri, morarmış dudakları, kesilmiş vücutları, acı dolu ifadeleri. Suyun derinliklerine bıraktığı son parça ise, o acımasız nottu... Kendini bir kuş kadar hafiflemiş hissederken, kayığı ondan çıkacak tek kelimeyi bekliyordu. Harekete geçmeden önce dudaklarından, neredeyse duyulamayacak kadar sessiz bir şekilde hazır olduğunu belirten söz çıkıvermişti. "Hazırım." Tahta kayığı çok yavaş bir şekilde sonsuzluğa doğru ilerlemeye başlamıştı sözlerinden sonra. Hafifçe sallandığını hissederken, kulağını dolduran su sesleri farkında olmadan gülümsemesine yetti. Yeşil gözleri gökyüzüne ve okyanusa hakim olmuş maviliğin üzerindeydi. Mavi her zaman insanlar için soğuğu, buzu temsil etse de Lynnette bundan daha farklı etkilenirdi. O rengi izlemeye daldığında yeni doğmuş bebekler gibi hissederdi. Kulakları ise, kendisine huzur veren su sesini daha rahat algılıyordu şimdi. İnsana huzur veren en güzel seslerin Tanrı tarafından, doğa aracılığıyla insanlara sunulduğuna inanırdı. Yağmur, okyanus dalgaları, rüzgar, kuşlar... Ve şimdi de onlardan birinin içindeydi. Rahatladığının simgesi olan masum gülümseme yüzünü kapladı. Sonsuzluğa gittiğine inandığı kayığı, bir süre dümdüz bir şekilde ilerlerken aniden yolunu değiştirmiş ve ufukta açılan beyaz deliğe yönelmişti. Birkaç dakika sonra o seslerden uzak, farklı bir mekana giriyordu farklı bir kişi olarak.

Daha önce bir ya da iki kez şahit olduğu törenin ortasında bir melek gibi saflığın sembolü olan beyaz elbisesiyle oturuyordu. Lynn nerede olduğunu anlamak için etrafını süzerken kulağını ilahi bir ses doldurmaya başlamıştı. Bir kilisede duyulabilecek en normal seslerdendi bu, Eski Ahit'in içindeki dualardan bir bölüm. Tanrı'ya inancı tam olan biriydi. Belki de bu yüzden bu kadar umutlu ve saf kalabilmişti. Çünkü dünyanın bir gün O'nun isteğiyle tekrar dengeye geleceğine inanıyordu. Buna olan inancı o kadar tamdı ki, yaşadığı tüm şeylerin üstüne kimseden intikam almayı düşünmemişti. Çünkü inanıyordu ki, yaşadıklarının bedelini Tanrı zaten ödetiyordu onlara. Ruhunu okşayan ilahi, solmaya yüz tutmuş duygularını tekrar alevlendirmişti. Kulağındaki sesler yerini başka bir ilahiye bırakırken, gözleri kendilerine doğru yaklaşan kadını seçmeye başlamıştı. Kucağında bebeği olan, melek bir anneydi bu. Kucağındaki saf ve masum bebekle gözleri buluşmuştu ardından. Belki onun bakışlarını hiç unutamadığından çocuğun kim olduğunu hemen anlamıştı. Şu anda ellerini sıkı sıkıya tuttuğu Lucien'di bu saf bebek. Her törende olduğu gibi, bebek papazın kucağına veriliyor, ardından da kutsal havuza bırakılıyordu. Belki de suyun masumiyetinden, onun ta bebekken tüm günahlarından arınması için havuza koyuyorlardı. Pür dikkat onun havuzdaki minik bedenine bakarken ne olduğunu anlamadan gözlerini kamaştıracak kadar güçlü bir beyaz ışık çakıldı. Şimdi o küçük havuzunun içine, koca bedeniyle sığmıştı. Neler olduğunu anladı ardından, Lucien'in içine girmişti. Artık her şeyi onun gözünden görüp, onun kulaklarından işitiyordu. Bedenini ferahlatan serin suyun yanında bazen kırmızı şarap da dökülüyordu üzerine. Ruhu günahlarından arınırken minik gözleri etrafı süzüyordu Lucien'in ve onunla beraber genç kadının. Herkes ona masumca gülümserken, o küçük havuzdan çıkarılmış ve pamuk yumuşaklığındaki beyaz örtülere sarılmıştı. Törenin sonuna yaklaşıldığını hissetti. Her şeyin bu kadar normal devam etmesi, Lucien'in bedenine bürünmüş kadının ilgisini çekmişti. Ama yüzüne yumuşakça dokundurulan öpücüğün ardından deprem oluyormuş gibi yer sarsılmaya başladı. Ardından da kulakları sağır edecek, yürekleri hoplatacak bir ses kilisenin kapısından geldi. Patlamıştı. Dumanların arasından elinde silahları olan ve yüzlerini rahatça gizleyebilecekleri maskelere bürünen adamlar gözükmeye başlamıştı. İnsanın içini buz gibi yapan bu haydutlar, doğrudan Lucien'in babasına bakıyorlardı. O'nunla birlikte gözleri psikoloğunun babasına çevrildi. Farklı bir bedene büründüğünden beri ilk kez duyduğu garip sesleri anlayabiliyordu. 'Hepsini öldürün' lafını duyduğu anda ortalık kargaşaya dönüşmüştü. İçeridekiler kendini kurtarmak için kaçmaya başlıyor, silah sesleri beyninde yankılanıyordu. Bunların üstüne bir de onun ağlaması karışmıştı bu gürültüye. Ardından içinde bulunduğu beden, yanındakilerle birlikte kaçmaya başlamıştı annesinin kucağında. Avazı çıktığı kadar bağıran bebek silah seslerinin azaldığı yere, şapelin dışına çıktığında susmuştu. Artık o seslerin hiç birini duymuyordu. Duyduğu tek şey, Lucien'in gözlerini yavaşça açabileceğini söylemeseydi. Göz kapaklarını ağır ağır aralarken, pürüzsüz teninin adamın dudaklarıyla temas ettiğini gördü. Az önce gördüklerinin dehşetinden biraz olsun sıyrılmasını sağlamıştı bu öpücük. Oturduğu koltuğa iyice gömülüp, arkasına yaslandı. Yorumlaması için biraz düşünmeye ihtiyacı vardı.


"Rockfeller ailesi... Eğer ben yanlış bilmiyorsam, Amerika'nın en korkunç ailelerinden biri." Biraz babasının durumundan, biraz da bu karanlık dünyanın bir parçası olmasından onların isimlerini elbet duymuştu. Karanlık ve acımasız bir aile olduğuna dair birçok söylenti vardı, insanlar onlardan korkarlardı. Lynn ise nefret ederdi, pisliğe bulanan her insandan ettiği gibi. Aklını kurcalayan konular bir anlığına susmasına sebep olmuştu. Lucien'in anne-babasının bir mafya ailesiyle ne işi olabilirdi ki? Ya da çocuklarının vaftiz töreninde katledilmeyi uygun görülecek ne yapmışlardı? Onun bu yaşadıkları on-yedi yaşında genç bir kızken yaşadıklarını hatırlatıyordu. Annesinin ölümünün üzerine babasının da Rockfeller ailesi gibi mafya olduğunu öğrenmesi. Tüm bu düşünceler az önce bıraktığı sulardan beynine üşüşmeye başlamıştı. Gözlerini kapatıp açtı, onların beyninden uzaklaşması için büyük uğraşlar vermek zorundaydı. O'nu daha fazla bekletmemek için, uygun kelimeleri seçmek amacıyla yavaşça konuşmaya başladı. Bu seçim Lynn için her zaman zor olmuştu. Merhamet dolu gözleri onun bakışlarını yakaladığında dudaklarını araladı. "Hayata başlangıcın çoğu çocuktan farklı gerçekten. Hangi çocuğun ailesi vaftiz töreninde saldırıya uğrar ki? Üzüldüm böyle bir başlangıç yapmana. Günahlarından arındığın bir günde, başka bir günahla karşılaşıyorsun." O insanların acınası durumlarını nasıl anlatabileceğini bilmediği için tekrar sessizliğe gömüldü. Birini dinlemek, ona fikirlerini söylemekten daha kolaydı. Ama fikirlerini söylerken merakını da gidermek istiyordu. "Bu aileyle ilişkinizin ne olduğunu merak etmiyor değilim aslında. Çünkü onlara bulaşmak büyük kayıplar vermek demek. Ben babamın da onlardan biri olduğunu öğrendiğimde her şey için çok geç kalmıştım. Önce annem öldürüldü bu düşmanlık yüzünden, ardından babam hapse atıldı." Tereddütle söylediği sözler son bulunca küçük göz bebeklerini Lucien'e dikti. Geçmişinden hiç bahsetmemişti Lynn de onun gibi. Bir anda onu kendine daha çok yakın hissetmesiyle bu sözler dökülmüştü ağzından. Nasıl bir tepki vereceğini ya da neler anlatacağını tahmin edemiyordu; ama ondan çekiniyordu biraz da. Onun özeline ilk kez bu kadar giriyordu ve bu onu korkutuyordu. Ona daha da yaklaşırken ondan uzaklaşmaktan korkuyordu.
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
Aleron Lucien Chapell
Katil & Psikolog
Katil & Psikolog
Aleron Lucien Chapell


Mesaj Sayısı : 18
Kayıt tarihi : 27/08/09
Yaş : 32
Nerden : Kütahya
Lakap : --

Unutulmuş Hisler Empty
MesajKonu: Geri: Unutulmuş Hisler   Unutulmuş Hisler Icon_minitimeÇarş. Kas. 25, 2009 11:41 pm

“Amerika'nın en korkunç ailelerinden biri değil en korkunç ailesi… Onlara kalırsa kendileri en saygın iş adamları… Devletin parasını parmakları içinde oyuncak hale getirecek gücü ele geçirene kadar önlerine çıkan her şeyi acımadan yok ettiler. Ailem de bunlardan biriydi. Onlar için anlamı bir çöpten farksızdı” Derin bir nefes aldı ve içinde kabarmakta olan öfkeyi sakinleştirmeye çalıştı. Yine de yumrukları sıkılmıştı. Lynn’ın ince kaşları çatılmıştı. Gözbebekleri hala kendisininkilerin üzerindeydi. Aklından geçenleri bilmek isterdi. Bu lanet bataklığın içinde olduğu için Lucien’i suçluyor muydu? Yoksa karanlık bataklıklara hiç bulaşmamış bu gül ondan korkuyor muydu? O an kızın söylerken çok dinlemediği sözleri aklından geçti. Ailesi ve geçmişi hakkında söyledikleri. Demek o da mafya bir aileden geliyordu. Buna rağmen bu denli saf kalabilmişti ha? Lucien ona imrenmişti. Bir süre iki çift göz birbirinin içine baktı ve olayı sindirmeye çalıştı. Sessizliği bölen yeniden Lucien oldu. “İnkar etmeyeceğim. Ailem bir mafyaydı. Bir sürü karanlık işin içine girmişti üstelik. Babam hırslıydı hep en iyi olmak istiyordu. Bir süre ona kimse dur demedi ama sonunda taşların sahibine karşı çıktığında…” Yutkundu gözlerinden yaşlar süzüldü. Sonra yumruklarını sıkıp gözlerini kıstı. Sanki kendisiyle savaşıyor gibiydi. “Ona dur deme zamanı gelmişti. O sadece o an için durdu ve eski küçük oyunlarına devam etti. Sonunda kader kendini yeniledi ve o gün gözümün önünde öldürülmeyen babam ben on beş yaşındayken gözlerim önünde vuruldu.” Hiçbir şey söyleyemeden kendisine bakan gözlere bir kez daha baktı. Bakışlar hala eskisi kadar sıcaktı. Hayır… Lynn ondan ne korkmuş ne de iğrenmişti. Onu anlıyordu. En azından henüz. Bu fikirle içinde doğan sevinçle mi olsa gerek yüzünde bir gülümsemenin yayıldığını hissetti. “Bunları sana gösterdikten sonra beni yadırgayacağından korkuyordum. Ama ne garip ki sen de aynı şeyleri yaşamışsın. Kaderin bu iki acı çeken ruhu karşı karşıya bu şekilde getirmesi ne kadar ilginç değil mi?” Arkasından yeniden karşısındaki meleğin ellerini tuttu ve bir öpücük kondurdu. Başını kaldırdığında o da başını yaklaştırmıştı. Birbirlerinin nefeslerini duyacak kadar yakındılar. Bir an içinde kabaran bir şehvetle ona doğru başını yaklaştırdı. Az daha bu büyülü anın atmosferine kendini kaptırmış olan Lynn ile dudakları birleşecekti ki aniden durdu. Lynn’ın ellerini tutan elleri bir an titredi sonra tuttuğu parmaklardan ayrıldı. Henüz o saflığa dokunmaya hakkı yoktu. Lucien hakkındaki tüm gerçekleri öğrenmeden önce yapamazdı.

“Ö… Özür dilerim” dedi mırıldanır gibi bir sesle karşısındaki bir tür duygusal bocalanma geçiriyor olan kadına utangaç bir gülümsemeyle. “Ee… Önemli değil.” diye cevap verdi cılız bir ses. Lynn’ın öne doğru düşmüş siyah saçlarının arasından belli belirsiz görünen suratı hafifçe pembeleşmişti. Öylesine tatlı görünüyordu ki! Şeker aşırırken yakalanmış küçük bir çocuk gibi utangaç ve ürkekti. İkisinin hallerini birleştirince dışarıdan birisi liseli aşıklardan farksız olduğunu düşünebilirdi. Sessizce onun kendini toparlamasını bekledi. Konuşmaya başladığında sesi hala heyecanlı bir mordu. “Hayatlarımız arasında gerçekten benzerlik var. Şimdi seni daha iyi anlıyorum Lucien.” Hafifçe başını sallarken içinde bir mutluluk yayıldı. Düşündüğü gibi onu anlıyordu. Şu ana kadar ona hayatında anlayabilen ilk kişiydi.görünmez bağlardan biriyle bağlandıklarını hissetti. Artık birbirlerine daha yakındılar. Ancak bundan sonrası için şüpheleri ve korkuları daha büyüktü. Bir an durmayı düşündü. Her şeyi burada kesebilir onu kollarına alıp baştan çıkarabilirdi. Ya da sonrası için hüzünlü bir hikaye uydurup hikayeyi sonlandırabilirdi. Ancak bu güzel meleğe daha fazla yalan söylemek zorunda olmak istemiyordu. Bunun sonunda aşkı yeniden tadan kalbi –ki bu seferki daha gerçek geliyordu- acı çekecekse; varsın çeksindi. “Pekala Lynn… Yolculuğumuzun ikinci perdesine geçmeye hazır mısın?” Lynn belli belirsiz gülümsedi ve kafasını sallayarak teslimiyetle ellerini uzattı. Lucien elleri bir kez daha kavradı. Bu sefer terlemiş ve kayganlaşmıştı. Sadece o yumuşak his değişmemişti. Derin bir nefes aldı ve gözlerini kapatmasını söyleyerek klasik rtüele başladı. Bu sırada anlatacaklarını düşünüyordu. Zihninin içinde onca anı gözlerinin önünden geçti. Sonunda onlardan birini seçti ve konuşmak için kızın hazır olduğunu duymayı bekledi. Daha sonra dudaklarını araladı ve onu yönlendirmeye zihninin içindeki Tabula Rasa*’yı doldurup şekillendirmeye başladı.

“Evet… Bu sefer kendini bulduğun yer büyük bir villanın bahçesi. Bahçe oldukça geniş ve ferah. Sen de bahçenin ortasına kurulmuş bir salıncakta sallanıyorsun. İki büyük çınar sağında ve solunda sanki korumaymış gibi bekliyor. Kendini öylesine güvende hissediyorsun ki. Gözlerinle bahçeyi izlerken sallanmaya devam ediyorsun. Tam ileride pembe amarantlar var. Onların yanında nergisler ve köşedeki bir ağaçta sümbüller. Diğer köşedeki güllerin orada ise bahçivan tulumu giymiş birini görüyorsun. Başta şaşırsan da anlıyorsun ki annenden başkası değil bu. İşini bitirdikten sonra gülümseyerek yaklaşıyor sana. “Merhaba anne… Çok değişmişsin” diyorsun gülerek. Kadınsa sadece gülümsemekle yetiniyor ama gözleri kızarmış. Ne olduğunu sorup üsteledikçe kadının gözleri doluyor. “Oğlum… Baban… Şey o…” Kadın yutkunuyor söyleyemiyor ve ağlamaya başlıyor. Her zaman güçlü gördüğün kadının acizliğini görüyorsun gözlerinin önünde.” Derin bir nefes alıp sustu bir an. O anı ikisinin de hazmetmesi gerekiyordu. Bu yolculuk Lynn’ı etkilemiş olmalıydı ki makyajı göz yaşlarıyla bozulmuştu. “O ağlarken sen susuyorsun. Sadece susuyorsun. Korkuyla geçen onca günden tanık olduğun onca iğrenç şey ve buna rağmen soğuk kanlı olmak artık kanlarına işlemiş. Babasının oğlu dedirtecek kadar soğukça annenden bedenini çekip alıyor sonra da odana doğru çıkıyorsun hızla.” Lucien sesinin titremeye başlaması üzerine bir an sustu. Lynn’ın ellerini sıktı ondan güç almak istercesine. Sonra konuşmaya devam etti.

“Merdivenlerden yukarıya çıkınca karşında beliren büyük holde ilerlerken soğuk yüzlü portrelere bakıyorsun. Biliyorsun ki onlar ailenin daha önceki liderleri. “Lanet olsun size” diyorsun dişlerini sıkarak. “Hepinizin canı cehenneme!” Eline geçirdiğin tabloyu yırtmaya parçalamaya başlıyorsun. Önceden soğuk bakan yüzler sanki korkuyla bakıyor gibi geliyor sana. Sanki onları yeniden öldürüyormuş gibi geliyor. Bu anlık üstünlük hazzı öyle hoşuna gidiyor ki. Tam bu sırada bir ses duyuyorsun. “Oğlum dur. Oğlum yeter artık lütfen” Annen daha da kızarmış gözlerle sana yaklaşıyor. Ama onun o görüntüsü bile seni durdurmuyor. Sonunda annen kolundan tutup çekmeye çalışıyor. İçine öyle bir öfke yayılıyor ki dişlerini sıkarak gitmesini söylüyorsun. Durmayacaksın. Hepsine o acıyı tattırmadan değil.” Bu sefer Lynn ellerini sıkmaya başlamıştı. Bu bir bakıma iyiydi de. Yoksa titreyen Lucien kontrolü kaybedecekti. “Annen seni durdurmaya çalışırken merdivenlerin dibine kadar birbirinizi istemsizce sürüklüyorsunuz. Sonra onu son bir güçle ittiriyorsun. “Bırak beni anne!” Annen bu ittirmenin etkisiyle kolunu bırakıyor ve…” Yutkundu. Gözlerinden akan yaşlar ortalarındaki sehpaya damlamaya başladı. Git gide damlalar sıklaşırken sesini soğukkanlı çıkarmak zordu. “Çığlıklar duyuyorsun ve bu seni öfkenin kontrolünden kurtarıyor. Karşılaştığın görüntü ise annenin merdivenlerin dibinde beyni patlamış haldeki görüntüsü…” Yutkundu ve sonra öncekinin aynısı rtüellerle kapanışı yaptı. Bir süre sadece göz yaşlarını döktü. Tek kelime etmedi. Sonunda konuşabildiğinde gülümsedi.

“Gördüğün gibi…” dedi omuz silkerek. “Pek de masum değilim.”

*Boş bir levha anlamına gelen felsefi terim.
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
 
Unutulmuş Hisler
Sayfa başına dön 
1 sayfadaki 1 sayfası

Bu forumun müsaadesi var:Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz
Soil RPG ::  Chapell Psikolojik Danışma Merkezi-
Buraya geçin: